Vâdesinde Ödenmeyen Borçlar Konusunda Nasıl Davranmak Gerekir?
İnsanlar ve şirketler çoğu zaman borçlanma ihtiyacı hisseder. Çoğunlukla bu borçları vadesinde öderken bazen de vadede ödeme yapmazlar. Bu durumda borçluya borçlanma imkanı tanıyarak finansman sağlayan alacaklı tarafa haksızlık etmiş olurlar. Bir başka açıdan ise borçlunun iyi niyetine rağmen imkansızlık sebebiyle ödeme yapamama hali de söz konusu olabilir. İslâm hukukçuları bu noktada alacaklının hakkını korumaya ama borçluya da iyi niyetli ise müsâmahakar davranmaya çalışmışlardır.
İslâm hukukçuları bir borcun vadesinde ödenmemesi halinde borçlunun imkanı varken mi ödeme yapmadığı yoksa imkan bulamadığı için mi ödeme yapamadığının araştırılacağını söylerler. Çünkü Bakara Sûresi’nin 280. âyetinde darlık içindeki borçluya mühlet verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Ödeme gücü olduğu halde borcunu geciktirenler için ise emanetlerin sahiplerine verilmesini, akitlere riayet edilmesini, her hak sahibine hakkının verilmesini, zengin borçlunun borcunu ödememesinin zulüm olduğunu ve cezalandırılmayı hakettiğini ifade eden âyet ve hadisler delil olarak kullanılmıştır.
Erken dönem İslâm hukukçuları borcunu özürsüzce geciktirenlerin kara listeye alınarak teşhir edilebileceğini, hapsedilebileceğini, bedenî cezalara çarptırılabileceğini, zarûri ihtiyaçları dışında mallarının elinden alınabileceğini (haciz), harcamalarının kısıtlanabileceğini (hacr), sürekli takip altına alınabileceğini ve başka ta’zir cezalarının verilebileceğini ifade etmişlerdir.
Bu ifadelerden anlaşılan şudur: Alacaklının hakkını alabilmesi için borçlu gerektiğinde cezalandırılabilir. Cezanın takdiri İslâm hukukunun açık kaynaklarınca yapılmamış devlet idaresine bırakılmıştır.
Günümüz devletlerinde ve ticaret hayatında İslâm hukukçularının geçmişte öngördükleri cezaların uygulanması hem kısmen imkansızdır ve hem de çok büyük zararların doğmasına sebep olur. Zira borcunu bir süre geciktirmiş bir firmanın kara listeye alınması, bankalarla ilişkisinin kesilmesi ve piyasada çeklerinin kabul edilmemesi firmanın iflas etmesi için çalışmakla aynıdır. Bu da küçük bir suça orantısız bir ceza uygulamak anlamına gelir. Bununla birlikte alacaklının gecikmeyi sinesine çekmesi de talep edilemez. Özellikle katılım bankaları gibi başkalarından topladıkları fonları işleterek para kazanan ve binlerce müşteriyle çalışan müesseselerin gecikmelere karşı önlem almaması düşünülemez.
Para borçlarını ve vadesinde ödenmeyen taksitleri tahsil ederken geçen sürenin enflasyon farkını talep etmek meşru; hatta alacaklının hakkıdır. Eğer borçlu enflasyon farkını dikkate almadan para borcunu ve geciktirdiği taksitleri öderse alacaklının enflasyon sebebiyle eriyen alım gücü kadar haksızlık yapmış olur.
Para borçlarının borç verilirken, vadesinde ödenmeyen borçların ise gecikmeye düşüldüğü andan itibaren o günün kurundan altın ve dövize çevrilerek alacaklının kendisini korumaya çalışması meşrudur. Ancak bu durumda borcun çevrildiği altın ve para birimi üzerinden tahsilat yapılması gerektiği için alacaklı veya borçlu riske girmiş olur.
Bazı çağdaş İslâm hukukçuları borçlunun özürsüzce borcunu geciktirmesi durumunda alacaklıya verdiği gerçek ve muhtemel zararları tazmin etmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. Örneğin alacaklı borcun gecikmesi sebebiyle fiili masraflar yapmış ise bu masrafları borçludan alma hakkına sahiptir. Ayrıca borcu tahsil edemediği ve işletemediği için normal şartlar altında söz konusu borç tutarından elde edebileceği kâr oranı mahrum kalınan kâr olarak alınabilir. Bu da borçlunun alacaklıya verdiği muhtemel zararın karşılığıdır. Hayreddin Karaman bu tazminatın alınabilmesi için katılım bankasının söz konusu dönemde kesin olarak kâr etmesini ve kasasındaki bütün parayı kullanmış olmasını şart koşar.
Bazı İslâm hukukçuları ve fıkıh heyetleri özürsüzce borcunu geciktirenlere parasal olarak gecikme cezası uygulanabileceğini ancak alınacak tutardan enflasyon farkı ve borç tahsili için yapılan fiili masrafların düşüldükten sonra kalan miktarın hayır hizmetlerine sarf edileceğini ifade etmişlerdir.
Kanaatimizce alacaklı, borçluya finansman temin ederek ya para borcu vermiş ya vâdeli satış yapmış ya da malını/emeğini kiralamıştır. Böylece borçlu ihtiyacını karşılamıştır. Alacaklı ise borcun ödenmesini beklemektedir. Mazereti sebebiyle ödeme yapamayanlara mühlet verilmelidir. Ancak özürsüzce borcunu geciktirerek kendi menfaatini tercih edenleri ise korumak alacaklıya zulmetmek olur. Zira o zaten uzun zamandır borcun ödenmesini beklemekteydi. Şimdi bir de geciktirilen borç sebebiyle uğradığı zararı sineye çekmesi istenemez. İslâm hukûku kesin olmayan, ihtimalli, zan ifade eden yorumlara dayanarak kesin bir zulme onay veremez. Mazeretsiz borçlu gerektiği şekilde cezalandırılmalıdır. Bizce bu ceza mâlî de olabilir. Yani devletin gecikme halinde alacaklıya ödenmesini ceza olarak koyduğu meblağ fâiz değildir.